internete gorunce hosuma gitti sizlerlede bu guzel bilgileri paylasmak istedim..
Tekirdağ'ın Kayı köyünden genç bir kız ve bu kızın bir sevgilisi vardır. Fakat kızın ailesi istemeye geldiklerinde kızlarını bu gence vermezler. Aynı köyden bir başka genç ile kızlarını evlendirmeye karar verirler. Düğün günü gelip çatar ve kına gecesi geline kına yakılır. Gelin bu evliliğe karşı olduğu için ertesi gün sabaha karşı herkes uykuda iken kendini denize atar. Halk arasında genç kızın arkasından sevgilisinin de kendisini öldürdüğü söylenmektedir.
ARDA BOYLARINDA KIRMIZI ERİK
Arda boylarında kırmızı erik
Halime'nin ardında on yedi belik
Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni
Alıverin feracemi anneciğim diksin
O gıymatlı İsmail’ e kendisi gitsin
Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni
Uy uyan Recebim senin olayım
Ardalar aldı ya nerde bulayım
Arda boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim
Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni
Nihat Kaya
Rumeli
-----------------------------------------------------
Yozgat şehri 1760 yılı başlarında Bozok Yaylasının
yeşillik
etrafı ormanlarla çevrili içinde binbir çeşit kuşun ötüştüğü bir sahada kurulurken; Yozgat halkı o zaman yarı göçebe ve sürülerini besleyerek hayvancılıkla uğraşır
hayatlarını bu yoldan sağlarlardı. Bu ozanların çoğunluğunu Sorgun ilçesindeki ozanlarımız oluşturmaktadır.
Bozok yaylasında otlayan bu sürülerin birini de Sürmeli Bey adında bir Türkmen Yörüğü otlatırdı. Halk tarafından sevilen bu yanık sesli halk ozanı elinde kavalı
sırtında sazı Yozgat'tan Akdağmadeni'ne uzanan ormanların içinde sürüsünün içinde dolaşırdı. Bazen bir çamın dibine rastlanır. Sazının tellerini konuşturur bazen bir derenin kenarında kavalını çalar
aşık olduğu gönlünün sevgilisini düşünürdü.O sevgili ki güzelliği Bozok yayla'sına yayılmış
ahu gözlü
sürmeli kaşlı
ay yüzlü bir dilberdi. Babası bir Türkmen beyi idi ve çok sert bir adamdı. Sürmeli Bey
ailesini salarak
babasından sevdiğini istetir
mağrur adam
kızını bir çobana vermeye yanaşmaz. Araya beyler
ağalar girer ama boşuna
bir türlü gönlü olmaz kızın babasının ve iki sevgili birleşemezler.
Üzüntüsünden sürüsünü bırakan Sürmeli Bey alır sazını eline beşçamlar mevkiinde kendine bir dergah kurar. Aşkını
yanık türküleriyle dağlara ağaçlara anlatır. Küser otağına
obasına ve Akdağlar'a kadar uzanan çamların arkasında onu bir daha gören olmaz. Dertli kavalına üflediği
işli sazına söylettiği nameler kalır geriye. O gün bu gündür dillerde yankılanır Sürmeli Bey'in türküleri.
Dersini Almış Da Ediyor Ezber
Dersini almış da ediyor ezber
Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler
Aman aman ben yarelendim aman
Bu dert beni iflah etmez del'eyler
Benim dert çekmeye dermanım mı var
Aman aman sürmelim aman
Kaşın çeymelenmiş kirpik üstüne
Havada bulutun ağdığı gibi
Aman aman ben yarelendim aman
Çiğ düşmüş de gül sineler ıslanmış
Yağmurun güllere yağdığı gibi
Aman aman sürmelim aman
Yozgat'ı sel almış Soğluk'u duman
Sıtkınan severim billahi inan
Aman aman ben yarelendim aman
Ölünce mezara girdiğim zaman
Ben susuyum kemiklerim söylesin
Aman aman sürmelim aman
Nida Tüfekçi
Akdağmadeni
----------------------------------------------------------------
HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ
TÜRKÜLERİMİZ VE HİKAYELERİ
Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç asker'de vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat'a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. Genç tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar
pencereden gördüğü incir ağacından aldığı ilhamla aşağıdaki türküyü söyler.Yakalandığı amansız hastalıktan kurtarılamayarak hastanede ölür. Ailesi cenazesini Yozgat'a getiremez.
İstanbul'da kalır.
Hastane önünüde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baştabib geliyo zehirden acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu
Mezarımı kazın bayıra düze
Benden selam söyleyin sevdiğim gıza
Başına koysun
karalar bağlasın
Gurbet elde kaldım diye ağlasın
--------------------------------------------------------------
Debreli Hasan (Drama Köprüsü)
Drama köprüsü Hasan dardir geçilmez
Soguktur sulari Hasan bir tas içilmez
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin
Mezar taslarini Hasan koyun mu sandin
Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandin
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin
Drama köprüsü Hasan dardir daracik
Çok istemem Yanko Corbaci bin bes yüz liracik
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin
Drama köprüsünü Hasan gece mi geçtin
Ecel serbetini Hasan ölmeden mi içtin
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin.
TÜRKÜNÜN HİKAYESİ
Debreli Hasan
Drama'da yetismis. Debreli namiyla mübadele öncesi donemde Drama-Serez-Sarisaban bölgelerinde faaliyet göstermis bir halk kahramani eskiyadir.
Drama köprüsünü
o devrin haksizlikla para kazanan halki ezen zenginlerinden aldigi haraçla yaptirmistir. Debreli Hasan'in yasadigi
donem kesinlikle bilinmemekle beraber Cakircali Efe ile çagdas oldugu görüsleri
hatta atistiklarina dair hikayeler onun 1870-1920 yillari arasinda Makedonya daglarinda egemen oldugunu göstermektedir. Bu konuda halk arasinda söylenen menkibeye göre;Selanikli Yahudi bir tüccar ticaret için Izmir'e gidecektir."Eger bu civar daglarda hükümran olan Debreli'den geçsen
Ege daglarinda Cakircali'dan geçemezsin. "denir
kendisine. Nitekim de öyle olur.
Debreli'nin çetesinde pek çok kisi yoktur. Bilinen Kara kedi namiyla bir tek kizani oldugudur. Halka onu sevdiren eskiya kisiliginin en ustun tarafi ise fakirlere yardim etmesi
bilhassa birbirini seven yoksul gençleri evlendirmesidir. Bu konuda söyle bir menkibe de vardir. "Evlenmek niyetinde olan dagli bir genç
tek danasini almis
Iskece pazarina inmektedir. Yolu
Debreli Hasan tarafindan kesilir. Delikanlinin evlenmek için parasi olmadigini anlayanca Debreli kendisine dügün için yetecek parayi verir ve ayrica danasini satmamasini salik verip ugurlar."
Makedon daglarinin Debreli'si sonunda padisah affina ugrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayi basarir ve Türkiye'ye göç eder.
Kisacasi Rumeli Türklerinin gönlüne yerlesmistir efsanesiyle Debreli Hasan.
-------------------------------------------------------------------------------
Sefil Baykus Ne Yatarsın Bu Yerde
Recep derler bir genç vardı
Kars'ın Kağızman'ında Recep'in babası Ağa Dede adlı bir rençberdi. Oğlunun okuma-yazma yaşına gelince
Hafız Lütfi Efendi'ye yolladı onu. Eskiden nerde şimdiki okullar. Varsa yoksa rrıedreseler. İşte Recep'te gözlerini Hafız Lütfi Efendi'nin medresesinde açtı çevreye.. Sesi güzel olduğu için de hocası onu çok seviyordu. Recep oniki yaşına gelince
medresede ders vermeye başladı. İyi
hoş ama
Yaşının da ergenliğe geçiş dönemi: Öğrenciler arasında kızlar da var. Hele bunlar arasında emmisinin kızı Suna var ki
bir içim su.. Suna da onun yaşlannda
çocuk daha. Ama
Recep'in ilgisini anlıyor. İçten içten de boş değil Recep'e. Recep derseniz günden güne tutuluyor Suna'ya. Uykuları kaçar oluyor
rahat
huzur hak getire. Medreseyi terkedip
dağlara düşüyor. Elinde sazı
çalıp; söylüyor. Yaktığı türküler de hep Suna'nın üstüne. derken
mesele Recep'in babasının kulağına gidiyor. Babası olgun adam..Varıp Sunâ nın babasına açıyor konuyu. "Valla kardeş durum böyleyken böyle bizim oğlan deli divana. Dağlara düştü. Suna der de başka birşey demez.... Allah kısmet etmişse
baş-göz edelim çocuklan. Elin akıllısından
bizim delimiz iyidir" diyor.
Suna'nın babası dinliyor kardeşini. Sonra da: "İyi ya kardaşım. Anşa evdeyken
Suna'yı nasıl veririm. Elalem ne der. Büyüğü dururken
küçüğünü verdi. Törelere karşı geldi demezler mi? Suna olacağına
Anşa olsun" der. Recep'in babası ilkin hık-mık eder
sonra da: "Gençtir. Çabuk unutur. EI kızı geleceğine
Anşa olsun" der. Eee devir eski devir
töreler baskırı. Emmioğlu
emmikızıyla evlenecek. Onunda ilkin büyüğü gelin olacak. Kim ne der. Haber Recep'in kulağına gelince
vurulmuşa döner... Ama
ağzını açıp da babasının kararına karşı gelmek ne haddine
boynunu büküp oturur. Suna derseniz
olanlardan habersiz. Ona kalsa
ömür boyu bekleyecek Recep'i. "Anşa evlenir giderse sıra bana gelir. Bende Recep'e vannm" hesap ediyor Suna. Ama
iş açığa çıkıp durumu öğrenince iki göıü
iki çeşme Suna'nın. Ağlamak için kenar köşe anyor. Sonra da iki elinin arasına alıyor başını. Haykıra haykıra ağlıyor. Başka da birşey gelmiyor elinden. "Hayır Recep beni istiyor
ben de Recep'i" dese
kim dinler. Üstelik elaleme rezil olur. Babasının anasının da yüzüne bakamaz. Boynunu büküp bekliyor.
Uzun sözün kısası
Recep'le Anşa'nın düğünü yapılıyor. Başgöz olup çekiliyorlar evlerine. Ama
nerde Suna; nerde Anşa. Recep'in gönlü illaki Suna diyor. Kimseye belli etmek istemiyor. İçini türkülerle döküyor
dertli dertli çalıp
türküler yakıyor Suna'ya. Gece gündüz demeyip
dağ-bayır; ova yayla dolaşıp duruyor. Medreseyi de
hafızlığı da bırakıyor... Bir tek "Hıfzı" takma adı kalıyor hafızlığından. Türküleri de dilden dile dolaşmaya başlıyor. Duyan duymayana; bilen bilmeyene söylüyor.~Kağızman'lı Hıfzı'nın türkülerini.
Suna derseniz içine kapanık. Arada bir ablasına gittiğinde görüyor Hıfzı'yı. O kadar!.. Onda da dertlenip dönüyor eve. İçine atıyor hep. Hıfzı
Suna'yı alsa kaçsa; töreler! hlâki babasının
emmisinin şerefi. Bakıyor oluru yok
Sunâ sız yaşamak zor
çareyi gurbette anyor. "Alır başımı giderim. Olaki unuturum. Gözden ırak olan
gönülden de olurmuş" diye teselliyi gurbette aramaya çıkıyor. Babasına da geçimi sebep gösteriyor. "Baba bu geçimle iki ay baş edemez. Ben Anşa'yı alıp gurbete gidiyorum. Üç-beş kuruş biriktirir döneriz" diyor. Babasr karşı koymak istiyorsa da Hıfzı kararlı. Çok geçmeden de yükünü sırtlayıp
yollara düşüyor. Şura senin
bura benim. Vara vara Çukurova'ya varıyorlar. Toprağı bereketlidir Çukurova'nın diye duymuştur. Gidip bir çiftliğe yerleşiyorlar. Ufak tefek işlerine bakıyorlar çiftliğin. Kendisi at arabasını süriiyor. Tarlaya gidip geliyor. Ekim dikimle uğraşıyor. Anşa da
çiftlikte yemek yapıyor
ortalığı temizliyor. İnek sağıyor. Geçinip gidiyorlar. İyi. Hoş. Ama
Suna aklından çıkmıyor Hıfzı'nın. Unuturum diye çıktığı gurbet
daha çok yakıyor içini. Rüyalanna giriyor Suna. Derdini bir tek kavalına anlatıyor. Anşa hiç birşey anlamıyor. Ağzını açıp iki çift laf etmiyor zaten Hıfzı'yla. İki yabancı gibiler evde. Bunlar böyleyken
acaba Suna ne yapar? Suna ne durumdadır? Haberi Suna'dan verek.
Hıfzı Kağızman'dan çıkıp gurbet yoluna düşünce
Suna'nın içini de kurt kemirmeye başladı. Eriyip akmaya başladı Suna. Yanaklarındaki onbeş yaşın pembeliği
yerini
limon rengine bıraktı yavaş yavaş. Sararıp soldu Suna. İlaçtı yatırdı boş!. . Kimse çare olamadı Suna'nın derdine. Bir de şu var; yaşlılardan bazısı ancak evlenirse iyileşir bu
diyor. İsteyeni de çok Suna'nın. Babası uygun birini kestirip
işini bitirdi. Kimse de Sunâ ya bir şey sormadı. Bir yandan
sırtı kesiliyor
düğün hazırlığı yapılıyor; öteki yandan derdine çare aranıyor Suna'nın. Küt küt öksürüyor
soğuk soğuk terliyor Suna. Kimsenin olmadığı yerlere çekilip için için de ağlıyor. O kadar. Bir tek rüyalarda teselli buluyor. Rüyalarında Hıfzı'yı görüyor hep. Kuş olup uçuyor Hıfzı. Gelip evin bahçesine konuyor. Sonra kocaman kanatlarnı vurup iniyor aşağı kaptığı gibi havala.ra uçuyor Suna'yı. Suna da kollarını kanat gibi çarpıyor. O da Hıfzı'yla uçuyor. Dağları ovaları geçip
gözden kayboluyorlar. Sonra ılık bir ter basıyor yeniden. Açıyor gözlerini ağlıyor ağlıyor.
Uzun sözün kısası; ince hastalık yakıp kavuruyor Suna'yı.. Gün güne de eriyip akıyor. Bir deri
bir kemik kalıyor... Öte yandan düğün günü de gelip çatıyor... Bir yanda saz söz; bir yanda davul zurna. Yeniyor içiliyor. Buz gibi şerbetler dağıtılıyor... Gelinlik elbisesi de çok yakışıyor Suna'ya. Düğünün ikinci gecesinde Suna yataklarda.. Bakıyorlar olacak gibi değil
erteliyorlar düğünü. Suna'nın son yatağa düşüşü oluyor bu. Bir daha çıkamıyor yataktan. Hıfzı'nın adını sayıklaya sayıklaya
son nefesini veriyor. Evin şenliği
yasa dönüyor. Gelinlik elbiseleriyle koyuyorlar mezara Suna'yı. Başına da "Murad almamış gelin" diye yazıyorlar.
Suna'nın son nefesini verdiği gece
Hıfzı sabaha kadar uyuyamıyor. Kan ter içinde dönüp duruyor yatağında. Gözlerinde Suna'nın hayali. "tez gel" diye yalvanyor. Gözlerini kapasa
rüyasında Suna. Sabahı iple çekiyor Hıfzı. Sabahın erkeninde kalkıp
Anşa'ya: "Tez hazırlan memlekete döneceğiz. Zaten gurbetin hayrı yok. Elimiz görüyor
cebimiz görmüyor. Hasretlik de cabası". Varıp çiftlik sahibine anlatıyor durumu. Tez elden yola çıkıyorlar. Şura senin; bura benim. Günlerce yol tepip
ulaşıyorlar Kağızman'a. Tez varıp Suna'yı soruyor Hıfzı. Ağlayarak durumu anlatıyorlar... Olduğu yere yıkılıyor Hıfzı. Başı ellerinin arasında
saatlerce ağlıyor. Sonra sazını alıp
Suna'nın mezanna gidiyor. Mezar taşına bir baykuş konmuş
figan etmektedir. Bir kenara da Hıfzı çekilir.... Vurur sazın tellerine.
Sefil başkuş ne gezersin bu yerde
Yok mudur vatanın illerin hani
Küsmüş müsün selamımı almazsın
Şeyda bülbül gibi dillerin hani
Ecel tuzağını açamaz mısın
Açıp da içinden kaçamaz mısın
Azat eyleseler uçamaz mısın
Kırık mı kanadın kolların hani
Aç mısın
yok mudur ekmeğin aşın
Odan ne karanlık
yok mu ataşın
Hanidir güveyin
hani yoldaşın
Hani kapın bacan
yolların hani
Kara yerde mor menevşe biter mi
Yaz baharda ishak kuşu öter mi
Bahçede alışan
çölde yatar mı
Uyan garip bülbül güllerin hani
Burda yorgan döşek
yastık var mıdır
Bu geniş dünyada yerin dar mıdır
Dalın tahta duvar
önün yar mıdır
Yeşil başlı Suna'm güllerin hani
Körpe maral idin dağlanmızda
Dolanırdın solu sağlanmızda
Taze fıdan idin bağlanmızda
Felek mi budadı dalların hani
Düğününde acı şerbet içildi
Gelinlik esvabın dar mı biçildi
İlikle düğmele göğsün açıldı
N'oldu kemer-beste belleri hani
Alışmış kaşların var mı karası
Ala idi gözlerinin binası
Kocaldın mı onbeş yaşın Suna'sı
Yok mudur takatin
hallerin hani
Aç kapıyı emmim kızı gireyim
Hasta mısın halin sual edeyim
Susuz değil misin bir su vereyim
Çaylarda çalkanan seslerin hani
Yatarsm gaflette gamsız kaygusuz
Ninni balam ninni kalma uykusuz
Hem garip hem çıplak
hem aç hem susuz
Felek fukarası malların hani
Her gelip geçtikçe selam vereyim
Nişangah taşına yüzler süreyim
Kaldır nikabını yüzün göreyim
Ne çok sararmışsın alların hani
Civan da canına böyle kıyar mı
Hasta başın taş yastığa koyar mı
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı
A1 giy allı
balam şalların hani
Daha seyrangaha çıkarmaz mısın
Çıkıp da dağlara bakamaz mısın
Kaldırsam ayağa
kalkamaz mısın
Ver bana tutayım ellerin hani
Bir kuzu koyundan
ayrı ki durdu
Yemez mi dağların kuşiyle kurdu
Katardan ayrıldın
şahin mi vurdu
Turnam
teleklerin tellerin hani
Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın
Uyandın da taş yastığa dayandın
Aslı hanım gibi kavruldun yandım
Yeller mi savurdu
küllerin hani
Hıfzı sorar da Suna durur mu? Suna'nın cevabını da şöyle dillendirir halkımız:
Emmioğlu küsmemişim ben senden
Ölüm lal eyledi
dillerim yoktur
Eğdi kametimi
büktü belimi
Kalkamam ayağa hallerim yoktur
Haber edin kuşlar çeksin yasımı
Yuva yapsın püskülümü gesimi
Koymadılar doldurayım tasımı
Havuzdan ayrıldım
sellerim yoktur
Bende Hıfzı gibi tezden uyandım
Uyandım da taş yastığa dayandım
Aslı Hanım gibi
kavruldum yandım
Sam yeli savurdu
küllerim yoktur
"Notalarıyla Türkülerimiz ve Hikayeleri" isimli kitaptan alınmıştır
Tekirdağ'ın Kayı köyünden genç bir kız ve bu kızın bir sevgilisi vardır. Fakat kızın ailesi istemeye geldiklerinde kızlarını bu gence vermezler. Aynı köyden bir başka genç ile kızlarını evlendirmeye karar verirler. Düğün günü gelip çatar ve kına gecesi geline kına yakılır. Gelin bu evliliğe karşı olduğu için ertesi gün sabaha karşı herkes uykuda iken kendini denize atar. Halk arasında genç kızın arkasından sevgilisinin de kendisini öldürdüğü söylenmektedir.
ARDA BOYLARINDA KIRMIZI ERİK
Arda boylarında kırmızı erik
Halime'nin ardında on yedi belik
Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni
Alıverin feracemi anneciğim diksin
O gıymatlı İsmail’ e kendisi gitsin
Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni
Uy uyan Recebim senin olayım
Ardalar aldı ya nerde bulayım
Arda boylarına ben kendim gittim
Dalgalar vurdukça can teslim ettim
Ah anneciğim ah anneciğim yaktın ya beni
Şu genç yaşta denizlere attın ya beni
Nihat Kaya
Rumeli
-----------------------------------------------------
Yozgat şehri 1760 yılı başlarında Bozok Yaylasının



Bozok yaylasında otlayan bu sürülerin birini de Sürmeli Bey adında bir Türkmen Yörüğü otlatırdı. Halk tarafından sevilen bu yanık sesli halk ozanı elinde kavalı











Üzüntüsünden sürüsünü bırakan Sürmeli Bey alır sazını eline beşçamlar mevkiinde kendine bir dergah kurar. Aşkını



Dersini Almış Da Ediyor Ezber
Dersini almış da ediyor ezber
Sürmeli gözlerin sürmeyi neyler
Aman aman ben yarelendim aman
Bu dert beni iflah etmez del'eyler
Benim dert çekmeye dermanım mı var
Aman aman sürmelim aman
Kaşın çeymelenmiş kirpik üstüne
Havada bulutun ağdığı gibi
Aman aman ben yarelendim aman
Çiğ düşmüş de gül sineler ıslanmış
Yağmurun güllere yağdığı gibi
Aman aman sürmelim aman
Yozgat'ı sel almış Soğluk'u duman
Sıtkınan severim billahi inan
Aman aman ben yarelendim aman
Ölünce mezara girdiğim zaman
Ben susuyum kemiklerim söylesin
Aman aman sürmelim aman
Nida Tüfekçi
Akdağmadeni
----------------------------------------------------------------
HASTANE ÖNÜNDE İNCİR AĞACI TÜRKÜSÜNÜN HİKAYESİ
TÜRKÜLERİMİZ VE HİKAYELERİ
Komşu kızı ile beşik kertmesi olan bir genç asker'de vereme yakalanır. Hava değişimi olarak Yozgat'a (Akdağmadeni) gelir. Sözlüsünün ailesi gence kızlarını göstermek istemez. Genç tedavi için İstanbul'da hastaneye yatar


Hastane önünüde incir ağacı
Doktor bulamadı bana ilacı
Baştabib geliyo zehirden acı
Garip kaldım yüreğime dert oldu
Ellerin vatanı bana yurt oldu
Mezarımı kazın bayıra düze
Benden selam söyleyin sevdiğim gıza
Başına koysun

Gurbet elde kaldım diye ağlasın
--------------------------------------------------------------
Debreli Hasan (Drama Köprüsü)
Drama köprüsü Hasan dardir geçilmez
Soguktur sulari Hasan bir tas içilmez
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin
Mezar taslarini Hasan koyun mu sandin
Adam öldürmeyi Hasan oyun mu sandin
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin
Drama köprüsü Hasan dardir daracik
Çok istemem Yanko Corbaci bin bes yüz liracik
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan Kara kedi dinlesin
Drama köprüsünü Hasan gece mi geçtin
Ecel serbetini Hasan ölmeden mi içtin
At martinini Debreli Hasan daglar inlesin
Drama mahpusunda Hasan dostlar dinlesin.
TÜRKÜNÜN HİKAYESİ
Debreli Hasan

Drama köprüsünü





Debreli'nin çetesinde pek çok kisi yoktur. Bilinen Kara kedi namiyla bir tek kizani oldugudur. Halka onu sevdiren eskiya kisiliginin en ustun tarafi ise fakirlere yardim etmesi




Makedon daglarinin Debreli'si sonunda padisah affina ugrar veya söylentiye göre mübadelede güvenlik güçlerinin elinden kaçmayi basarir ve Türkiye'ye göç eder.
Kisacasi Rumeli Türklerinin gönlüne yerlesmistir efsanesiyle Debreli Hasan.
-------------------------------------------------------------------------------
Sefil Baykus Ne Yatarsın Bu Yerde
Recep derler bir genç vardı















Suna'nın babası dinliyor kardeşini. Sonra da: "İyi ya kardaşım. Anşa evdeyken
















Uzun sözün kısası






Suna derseniz içine kapanık. Arada bir ablasına gittiğinde görüyor Hıfzı'yı. O kadar!.. Onda da dertlenip dönüyor eve. İçine atıyor hep. Hıfzı












Hıfzı Kağızman'dan çıkıp gurbet yoluna düşünce









Uzun sözün kısası; ince hastalık yakıp kavuruyor Suna'yı.. Gün güne de eriyip akıyor. Bir deri




Suna'nın son nefesini verdiği gece








Sefil başkuş ne gezersin bu yerde
Yok mudur vatanın illerin hani
Küsmüş müsün selamımı almazsın
Şeyda bülbül gibi dillerin hani
Ecel tuzağını açamaz mısın
Açıp da içinden kaçamaz mısın
Azat eyleseler uçamaz mısın
Kırık mı kanadın kolların hani
Aç mısın

Odan ne karanlık

Hanidir güveyin

Hani kapın bacan

Kara yerde mor menevşe biter mi
Yaz baharda ishak kuşu öter mi
Bahçede alışan

Uyan garip bülbül güllerin hani
Burda yorgan döşek

Bu geniş dünyada yerin dar mıdır
Dalın tahta duvar

Yeşil başlı Suna'm güllerin hani
Körpe maral idin dağlanmızda
Dolanırdın solu sağlanmızda
Taze fıdan idin bağlanmızda
Felek mi budadı dalların hani
Düğününde acı şerbet içildi
Gelinlik esvabın dar mı biçildi
İlikle düğmele göğsün açıldı
N'oldu kemer-beste belleri hani
Alışmış kaşların var mı karası
Ala idi gözlerinin binası
Kocaldın mı onbeş yaşın Suna'sı
Yok mudur takatin

Aç kapıyı emmim kızı gireyim
Hasta mısın halin sual edeyim
Susuz değil misin bir su vereyim
Çaylarda çalkanan seslerin hani
Yatarsm gaflette gamsız kaygusuz
Ninni balam ninni kalma uykusuz
Hem garip hem çıplak

Felek fukarası malların hani
Her gelip geçtikçe selam vereyim
Nişangah taşına yüzler süreyim
Kaldır nikabını yüzün göreyim
Ne çok sararmışsın alların hani
Civan da canına böyle kıyar mı
Hasta başın taş yastığa koyar mı
Ergen kıza beyaz bezler uyar mı
A1 giy allı

Daha seyrangaha çıkarmaz mısın
Çıkıp da dağlara bakamaz mısın
Kaldırsam ayağa

Ver bana tutayım ellerin hani
Bir kuzu koyundan

Yemez mi dağların kuşiyle kurdu
Katardan ayrıldın

Turnam

Sen de Hıfzı gibi tezden uyandın
Uyandın da taş yastığa dayandın
Aslı hanım gibi kavruldun yandım
Yeller mi savurdu

Hıfzı sorar da Suna durur mu? Suna'nın cevabını da şöyle dillendirir halkımız:
Emmioğlu küsmemişim ben senden
Ölüm lal eyledi

Eğdi kametimi

Kalkamam ayağa hallerim yoktur
Haber edin kuşlar çeksin yasımı
Yuva yapsın püskülümü gesimi
Koymadılar doldurayım tasımı
Havuzdan ayrıldım

Bende Hıfzı gibi tezden uyandım
Uyandım da taş yastığa dayandım
Aslı Hanım gibi

Sam yeli savurdu

"Notalarıyla Türkülerimiz ve Hikayeleri" isimli kitaptan alınmıştır
Çok severim türküleri ve onların
YanıtlaSilHikayelerini :) kanal 7 de arada film olarakta yayınlıyorlar çok zevkli oluyor izlemezi ...